.

.

,

,

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.































3 Mart 2009 Salı

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ



Göç ...Kutludağ'ı çaldırdığımız günden beri âdeta Türk'ün mukadderatı olan göç...Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var.Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı İlçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyü'nde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.Yıl 1917 Kasım ayının 25'i, öğle vakti, yer, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizâde sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.Yıl 1921 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokulu'na (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir "Besmele"dir. "Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum" dermişcesine bir "Besmele"dir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen... Birbirinin ardı sıra gelen İlkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatla beraber Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i Âli Osman bakıyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey, Ali Arslan'ın adını âdeta senin adın "Alparslan olsun" ve "Sultan Alparslan'a denk bir yiğit Türk ol", diyerek değiştirir.Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşiladamızın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.Yıl 1933 Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ile ver elini İstanbul...Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, genç Alparslan Türkeş.Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay,Selcen,Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik vebozkurtların Muzaffer Anası'nın 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Seval Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.Yıl 1944 3 Mayıs Ankara'da bir gösteri veya yürüyüş eski tabirle nümayiş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta, hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere, hem de yurda sızmağa çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.Şâirin "Öz yurdunda garipsin, özvatanında parya" dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılk Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini mesnetsiz "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulu'nda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.Yıl 1955 Dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada (................) Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.Yıl 1959 Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gider. Bu okulu başarıyla bitirdiğinde artık bir Kurmay Albay'dır.Yıl 1960 Tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş İhtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek bahanesiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.Yıl 1963 Tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi'nde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.Yıl 1965 Tarih 31 Mart saat 11:00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.Kısa bir zaman sonra 1 Ağustos 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultayı'nda Genel Başkan seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak parlamentoya girer.Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili seçilir.31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos-31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.1968 yılından itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu, "Komünist Devrim" için üs haline getirirler. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmağa ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeğe başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama heryerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler"i birşeylerin daha doğrusu ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının komünist çetelerce katledilişini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmeriği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.Yıl 1980 12 Eylül sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır.Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra saklandığı yerden ortaya çıkıp teslim olur. Cunta tarafından tutuklunan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenilir, 9 Nisan 1985'de beraat eder ve tahliye olur.Yıl 1987 Tarih 6 Eylül, yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.Yıl 1987 Tarih 4 Ekim, Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkan seçilir.Yıl 1991 20 Ekim 1991 Genel Seçimleri'nde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.Yıl 1992 27 Aralık 12 Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.Yıl 1992 Tarih 24 Ocak, MÇP'nin 4. Olaganüstü Kurultayı toplanır ve partinin adını MHP, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.Ve Yıl 1997 Tarih 4 Nisan...Karlar altında milyonlarca ağlayan insan...


BAŞBUĞLAR ÖLMEZ
.
Kurtlar puslu havada,
Toplandı Ankara’da
Giden heybetli Çınar
Milyonlarsa arkada
.
Yandı yürekler yandı
Yağan kar ile sönmez
Milyonlar bir ağızdan
Diyor Başbuğlar ölmez
.
Vatan millet aşkına
Geçen çileli ömür
Yatak yorganda değil
Çınar ayakta ölür
.
Yandı yürekler yandı
Yağan kar ile sönmez
Milyonlar bir ağızdan
Diyor Başbuğlar ölmez
.
Neyler Kerkük'te Türkmen
Türkistan neyler onsuz
Sabır ver yüce Mevlam
Kaldık başsız ve kolsuz
.
Yandı yürekler yandı
Yağan kar ile sönmez
Milyonlar bir ağızdan
Diyor
.
Başbuğlar ölmez...
.

Mustafa Yıldızdoğan
.

O, yakın siyasî tarihimize damgasını vurmuştu. O, kendisini destekleyenler için tek kelime ile bir "efsane"ydi. Her fâni gibi Hakk'ın rahmetine kavuştu. O, koca çınar, sonunda devrildi. "Başbuğ" Alparslan Türkeş, yok artık. O, örnek bir milliyetçiydi. Eşi zor bulunur bir ideal adamıydı. Kısacası, farklı bir kişilikti. Hayatı, hep mücadelelerle geçti. 1944 Milliyetçilik Olayı'nın tutuklusu oldu. 1960 İhtilâli ile başlayan yükseliş, Hindistan'daki sürgün hayatı ile noktalandı. 1980 İhtilâli ile bir başka darbe daha yedi. Fikirleri yüzünden yeniden tutuklandı. Büyük sıkıntılar çekti. Hiçbir zaman yılmadı, yıkılmadı. Ona vurulan her darbe, Alparslan Türkeş'i daha da biledi. Geçmişte savunduklarından hiçbir zaman vazgeçmedi. Hep aynı fikirlerle geleceğe doğru yürüdü. Geçen zaman, Türkeş'in haklılığını gösterdi. 1944 ve 1980'de tutukluluğuna yol açan fikirler, bugün bir övünç kaynağı. Artık "Turancılık" suçlamaları yok. Tersine herkes gözünü Orta Asya Türk cumhuriyetlerine çevirdi. Herkes, Türk dünyası ile ilişkileri geliştirmek için birbiri ile yarışta.Türkeş'in, 12 eylül 1980 sonrası Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'ndeki savunması dün gibi hafızamda. İlk cümlelerini hiç unutmadım: - Bugün siz bizi burada yargılıyorsunuz. Ancak yarın tarih de sizi yargılayacak... Nitekim, Türkeş'in dediği oldu. Tarih, onu haklı çıkardı. Dünün en ateşli muarrızlarından Bülent Ecevit bile, bugün Türkeş'in savunduğu fikirlere yaklaştı. Onun mücadelesi, boş bir çırpınış değildi. Yüz binlerce öğrenci yetiştirdi. Bugün nereye giderseniz Ülkü Ocağı'ndan diplomalı insanlarla karşılaşacaksınız. Türkeş'in yetiştirdiği pek çok insan bugün devletin önemli kademelerinde. Türkeş, sadece Türk milliyetçilerinin değil dünya Türklüğünün de kıblesiydi. Çileli hayatında bir fâniye çok zor nasip olacak mutluluklar yaşadı. Sovyetler Birliği'nin çöküşünü gördü. Türk Cumhuriyetlerinin zincirlerini kırmalarına şahit oldu. Savunduğu fikirlerin doğruluğu tescil edildi. Üstelik dünya Türklüğü onun mücadelesi karşısında saygıyla eğilmesini bildi. Bakû'nün Azatlık Meydanı'nda Ebulfez Elçibey'le birlikte kürsüye çıktığında yüz binler hep bir ağızdan bağırdılar: - Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş... "Çırpınırdın Karadeniz" türküsündeki gerçekler gerçekleşti. Türkeş "ölmeden" Hazar'in kıyısında böylesine büyük bir mutluluk yaşadı. Sadece bu kadarla da kalmadı. Halk Cephesi askerlerinin sırtlarındaki "bozkurtlu" kıyafetler Türkeş'in mutluluğunu alabildiğine büyüttü. Ve o gün Alparslan Türkeş ellerini göğe kaldırdı:- Allahım sana şükürler olsun!Ben Türkeş'i yakından tanıma fırsatı buldum. O Ankara Mevki Hastanesi'nde tutuklu iken ben askerlik görevimi yapıyordum. Aylarca birlikte olduk. Çoğu zaman saatlerce sohbet ettik. Ona büyük haksızlık edildiğini bizzat gördüm. En yakınındaki insanların bile onu anlayamadıklarına bizzat şahit oldum. Türkeş senelerce "İhtilâlin müsebbibi" olarak gösterildi. Oysa o hep demokrasiyi savundu. Her seferinde "En kötü demokrasi en iyi ihtilâl yönetiminden daha iyidir" dedi. "Faşistlikle" suçlandı. Sokaklarda "Katil Türkeş" diye bağıranlar çıktı. Hâlbuki Türkeş sadece bir Türk milliyetçisiydi. Kimse onun hümanist tarafını görmek istemedi. " Uzlaşmacı Türkeş" e karşı herkes gözlerini kapadı. Sol, yıllarca kin kustu. Son dönemlerde en tutarlı politikayı Türkeş izledi. Türkiye'nin iç çatışmalara girmemesi için çabaladı. Dövücü değil her zaman birleştirici oldu. Vefatıyla sadece Türk milliyetçileri iyi yetişmiş bir liderini kaybetmedi. Onun yokluğu Türk siyasî hayatı için de son derece büyük bir kayıp değeri zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak.Bizzat şahit oldum. Mevki Hastanesi'nde Türkeş alabildiğine bir manevî işkence altındaydı. Bir büyük kitlenin liderliğini yapan, Türkiye'nin Başbakan Yardımcılığı koltuğunda oturmuş o insan iki inzibat erinin insafına terk edilmiştir. Zaman zaman koridorda bile dolaşması engelleniyordu. Kendisine yapılan muameleye biz sinirleniyorduk. O da bize hep aynı sözleri söylüyordu:- Geçecek... Göreceksiniz bunlar da geçecek... Dediği gibi de oldu. Sonunda serbest kaldı. Siyasî yasakların kaldırılmasıyla MÇP'nin başına geçti. Ardından Türkeş'le Çankaya Köşkü'ndeki bir resepsiyonda karşılaştık. Kenan Evren'e kızgın ve kırgın olduğunu biliyordum. Bura rağmen Kenan Evren salona girdiğinde yanına doğru yöneldi. Bütün kırgınlığını bir tarafa bıraktı. Elini uzattı:- Nasılsınız Sayın Cumhurbaşkanı? Daha sonra bir açıklama ihtiyacı hissetti. Bana dönüp, "Evren, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı" dedi:- Devlette kırgınlık olmaz. Herkes Alparslan Türkeş'i sert mizacı ile tanır.Doğru... Alparslan Türkeş sert bir insandı. Fikirlerinde tavizsizdi. İnandığı doğrulardan hiçbir zaman taviz vermedi ve sapma göstermedi. Buna karşılık, Türkeş'in insanî ilişkileri son derece yumuşaktı. O ülküsünde çelik, insanî ilişkilerinde ipek karışımı bir insandı. Ailesine son derece düşkündü. O gerçek, katıksız bir dava adamıydı. Ülkücüler, bu yüzden ona "Başbuğ" dediler. Bunun için şimdi sürekli tekrarlıyorlar:- Artık Başbuğ yok. Milliyetçi Hareket Partisi'nin başına geçen insan da Başbuğ olmayacak, sadece MHP Genel Başkanı olacak... O, "Başbuğ"luğuna yakışır bir şekilde uğurlandı. 8 Nisan günü, Ankara tarihî bir gün yaşadı. Gözü yaşlı yüz binler Başkent'e aktılar. Kocatepe Camii'nin önünde toplandılar. Turgut Özal'in cenazesi de Kocatepe Camii'nden kaldırılmıştı. O zaman, mahşerî bir kalabalık vardı. Biz de "Ankara bir daha böyle bir cenaze töreni göremez" yorumunu yapmıştık. Türkeş'in cenaze töreninde yanıldığımızı anladık. Alparslan Türkeş'in cenaze töreni çok daha kalabalıktı. Hem de soğuğa ve sürekli yağan kara rağmen! Elbette bunda bir gariplik yoktu. Çünkü Alparslan Türkeş, pek çok liderden farklıydı. "Bozkurtları", onun yolunda canlarını ortaya koymuşlardı. Tabiî ki, son yolculuğunda "Başbuğ"larını yalnız bırakmayacaklardı. Artık Türkeş yoktu. Türkeş ebediyete uğurlandı. Ancak arkasında çok büyük bir eser bıraktı. O eser, Türkiye'nin her yerine dağılmış milyonlarca Türk milliyetçisi. Bu öylesine inançlı bir kitle ki, hâlâ Türkeş'in mezarının başından ayrılamıyor. Başbuğularının başında 24 saat nöbet tutuyor. Türkeş yok, ama onun fikirleri var. Türk Milliyetçilerine asil şimdi büyük bir görev düşüyor. O görev de Alparslan Türkeş'i iyi anlamak. Onun fikirlerini doğru yorumlamak... Asil önemli sınav, bundan sonra başlıyor!





EMİN PAZARCI