.

.

,

,

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.































5 Mart 2009 Perşembe

Dilde, Fikirde, İşte Birlik. İsmail Bey Gaspıralı

ismail bey gaspıralı ve yusuf akçura, Gurzuf, Kırım.
ismail bey gaspıralı ve yusuf akçura, Gurzuf, Kırım.

İSMAİL BEY GASPIRALI İsmail Bey Gaspıralı'nın cenaze töreni. İsmail Bey Gaspıralı'nın cenaze töreni. Gaspıralı İsmail Bey'in aziz naaşı, Bahçesaray'daki evinin avlusundan kalabalığın omuzlarında çıkarılırken(12 Eylül 1914)
İsmail Bey Gaspıralı

(Gasprinskiy)

- 1851-1914


İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 20 (eski takvime göre, 8) Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu. Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı. Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu. Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü. Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu. Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı. Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı. Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi. 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti. Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı. 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü.
1878'de Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcısı seçilen İsmail Bey, ertesi yıl Belediye Başkanlığı'na getirildi ve 1884 yılına kadar bu görevde kaldı. Gaspıralı'nın gerek Kırım'da, gerekse çeşitli dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan diğer Kırım Tatarlarından çok farklı tecrübeler kazandırmıştı. Mevcut problemleri yakından müşahede ettiğinden, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini duyurmak arzusuyla yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs olarak, Akmescit'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Rus İslâmı" (Russkoe Musulmastvo) başlıklı sonradan risale olarak da yayınlanan bir dizi yazı yazdı. Burada, Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar aynı bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar çağa uygun bir maarif sisteminden ve bilimden mahrum bir halde bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.
Gaspıralı'nın bu ilk eseri özellikle Rus hükûmetine ve çevrelerine hitaben yazılmıştı. O, Kırım'dakiler de dahil umum Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyeti bu insanların içinde bulundukları geri kalmışlık ve ezilmişlik şartları altında değiştirilmesi mümkün olmayan bir vakıa idi. Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı'ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi. Öncelikle Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla da (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi. Tek tek ele alındığında mevcut meselelerle başa çıkabilmelerine ihtimal verilemeyen bu Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi. Bütün bunların ön şartı ise, Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Türk-Müslüman toplumların geri kalmışlık ve cehalet zincirlerini kırmalarını sağlayacak ve birbirlerine yakınlaşıp bütünleşmelerini mümkün kılacak tarzda çağın ihtiyaçlarına uygun bir maarif sisteminin ihdasıydı. Bu sistem Türkçe eğitim vermeli ve Gaspıralı'nın tasavvurundaki millî bütünleşmenin altyapısını hazırlayacak bir ortak Türk edebî dilinin teşekkülüne vasıta olmalıydı. Bunun yanısıra, oluşacak millî bir Türk basını da bu toplumların birbirlerinden haberdar olmalarında ve kaynaşmalarında hayatî bir rol oynayacaktı. Ancak, bütün bu safhalarda Rus hükûmetinin gazabını celbedecek tavırlardan uzak durmalı, Batı bilimini Ruslar vasıtasıyla alabilmek için gayret sarfedilmeli ve umum Rusya gelişmelerinden uzak kalınmamalıydı.
Gaspıralı öncelikle bu fikirlerini tedricî ve ihtiyatlı bir şekilde de olsa ortaya koyabileceği Türkçe bir yayın organına ihtiyaç duymaktaydı. Bu yoldaki resmî müracaatlarının sonuçsuz kalması üzerine, Tiflis'de her birini değişik adlarla bastırdığı bir dizi varaklar neşretti. Söz konusu varaklar fiilen süreli yayın mahiyetinde olmakla birlikte, resmî müsaade yokluğu dolayısıyla teoride münferit yayınlar şeklinde basılmıştı. Gaspıralı bu arada, tasavvurundaki gazetenin yayını için gereken resmî müsaadeyi alma çabalarını sürdürdüğü gibi, Volga boyundaki Müslümanlar arasında da dolaşarak henüz yayın müsaadesini almadığı gazetesine aboneler bulmaya çalıştı. Nihayet, 1883'de bütün muhteviyatının Rusçasının da birlikte yayınlanması şartıyla Tatarca (yani Türkçe) bir gazete neşri müsaadesini elde edebildi. İlk nüshası 22 Nisan 1883'de Bahçesaray'da basılan Tercüman adındaki bu gazete haftada bir gün yayınlanıyordu (Ekim 1903'den itibaren haftada iki gün çıkmaya başlayan Tercüman, 1912'den sonra günlük oldu). Tercüman'ın dili esasen sade bir Osmanlı Türkçesi olup, zaman zaman Kırım Tatar veya diğer Türk lehçelerinden kelime ve sözlerle takviye edilmekteydi. Tercüman Kırım'da yayınlanan ilk Türkçe gazete olduğu gibi, umum Rusya Müslümanları arasında Türk dilindeki ancak üçüncü gazeteydi. Diğerlerinin (Taşkent'de yayınlanan resmî Türkistan Vilâyeti'niñ Gazeti hariç tutulursa) kısa sürede kapanmalarıyla uzun süre Tercüman Rusya İmparatorluğu dahilindeki yegâne Türk ve Müslüman gazetesi olarak kalacaktı. Tercüman'ı ve gerekli olacağını düşündüğü diğer yayınları basabilmek için Gaspıralı Bahçesaray'da Arap harfleriyle bir de matbaa kurmuştu ki, bu Kırım'daki ilk Müslüman matbaasıydı. Tercüman Kırım Tatarları arasındaki ilk basın organı olduğu için özellikle başlangıçta Gaspıralı gazetenin bilfiil her safhasını şahsen ve en yakın aile fertlerinin yardımıyla yürütmeye mecbur kaldı.Doç. Dr. Hakan Kırımlı


İsmail Gaspıralı'nın Fikirleri


İsmail Gaspıralı'nın fikirlerinin tam bir tasnif ve tahlilini yapabilmek için onun Tercüman'da ve Tonguç, Şafak, Kamer, Ay, Yıldız, Güneş gibi küçük gazetelerde çıkan yazılarını toplayıp neşretmek lâzımdır. Aynı şekilde mühim kitaplarının da neşrine ihtiyaç vardır. Ancak bundan sonra Gaspıralı'nın bütün fikirlerine erişebilmemiz mümkün olur. Türk âlemine bu kadar büyük tesiri olmuş bir insanın, doğumundan 140 sene, ölümünden 77 sene geçtiği halde makale ve eserlerine sahip olamayışımız, teessüf edilecek bir haldir. Gaspıralı hakkında, G. Burbiel tarafından 1950'de Almanya'da; E.J. Lazzerini tarafından 1973'te Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmış doktora tezleri de yayımlanmış değildir. Tercüman ve Gaspıralı İsmail Bey'in neşrettiği diğer mecmua ve kitapları da tam koleksiyon halinde Türkiye kütüphanelerinde bulmak mümkün değildir. O halde Gaspıralı'nın fikirlerini tetkik için şimdilik elimizde, kütüphanelerimizde mevcut çok az sayıdaki Tercüman nüshaları ile onun hakkında yazılmış makaleler ve birkaç kitap kalıyor. Bu kitaplar içinde ilk ve önemli olanı Cafer Seydahmet Kırımer'in 1934'te İstanbul'da neşrettiği Gaspıralı İsmail Bey adındaki eserdir.
İki ilim adamımızın son yıllarda neşrettiği iki eser, bu sahadaki boşluğu dolduracak kıymetli kitaplardır.
Bunlardan birincisi 1987'de Ankara'da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından neşredilen, Prof. Dr. Mehmet Saray'ın hazırladığı Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey adlı eserdir.
İkincisi, Doç. Dr. Nâdir Devlet tarafından hazırlanan ve 1988'de Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'nca neşredilen İsmail Bey (Gaspıralı) isimli eserdir.
Bu son iki eser, Amerikalı ilim adamı Lazzerini'nin İsmail Bey Gaspırinski and Müslim Modernism in Russia 1878-1914 adlı doktora tezinden de geniş ölçüde istifade etmişlerdir.
İşte biz de Gaspıralı'nın fikirlerini incelerken onun ulaşabildiğimiz makalelerine ve yukarda adlarını saydığımız eserlere müracaat edeceğiz. Gaspıralı'nın fikirlerini üç esas maddede toplamak mümkündür:
1- Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip müslüman dünyasında yaymak,
2- Maarifi yeni usule göre ıslah eylemek,
3- Osmanlı Türkçesini, bütün Türk dünyasının anlayacağı müşterek bir edebî dil haline getirmek.
Bunlara sıra ile göz atalım.
l- Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip müslüman dünyasında yaymak. Gaspıralı bu konuda yalnız makaleler yazmakla kalmamış; Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvâzene (1885), Kolera Vebası ve Onun Deva ve Dârûsu (1887), Beden-i İnsan (1901), Mir'ât-ı Cedid (1901) gibi eserler de yazarak neşretmiş, çeşitli sohbet ve konferanslarıyla da halkı ve müslüman dünyasını aydınlatmağa çalışmıştır.
İsmail Gaspıralı'ya göre kalkınma ve ilerleme, her milletin ve coğrafyanın hususî şartlarına göre olur. O, "maârifin usûl-i intişârının her bir iklim ve kavmin ahvâl-i husûsiyesine muvafık bulunması kaide ve kanun halindedir" der. İçtimaî hadiselerde ve hatta edebiyatta ırk ve muhitin önemli rolü olduğu, 19. asrın sonlarında Avrupa'da çok yaygın ve hakim bir fikirdir. Gaspıralı hep Japonya'yı örnek gösterenlere de aynı görüşle itiraz eder ve şöyle der: "Zamanımızda Japonya pek modadır. Japonya'nın sınaî terakkisi numune gösterilip misal olabileceği söylenmektedir. Biz böyle zannetmiyoruz. Japonya'nın ahvâl-i içtimâiyesi memâlik-i islâmiyeden başkacadır. Japonlar ve Çinliler, kadimden beri ehl-i san'attırlar Ne bizim Türkler ve ne de İranîler bunlarla kıyas edilemez."
İslâm dünyasında zanaat ve ticaretin yaygın olmadığını, müslümanların buna alışık olmadığını düşünen Gaspıralı, kalkınmaya ziraattan başlanmasını istemektedir. Önce ziraat geliştirilmeli, ziraî mahsuller iyi pazarlanıp satılmalı; sermaye birikiminden sonra sanayie geçilmeli. Gaspıralı'nın bu fikirleri tabiata uygundur. Her ülke elindeki imkânla işe başlamak zorundadır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti de öyle yapmış, önce ziraati geliştirmiş, sonra sanayie geçmiştir.
Bu düşünce tarzı dolayısıyle Gaspıralı, yabancı sermayeye de itiraz eder. Osmanlı ülkesindeki kapitülâsyonların zararlı olduğunu söyler.
Batının yaşayış tarzında ve ilerlemesinde kadının rolü de önemlidir. Gaspıralı müslüman kadının da cemiyette ve iş hayatında aktif rol almasını ister; Tercüman'da sık sık başarılı Türk kadınlarının faaliyetlerinden bahsederek onları över(3). İsmail Bey, kadın mevzuuna o kadar ehemmiyet verir ki 1906 yılında hususî bir kadın dergisi neşrettirir. Bu dergi, kızı Şefika Hanım'ın idaresinde çıkan Âlem-i Nisvan, yani "Kadınlar Dünyası"dır. Gaspıralı, çocuğun terbiyesinde, birinci derecede kadının rolü olduğuna inandığı için kadının kültürlü ve bilgili olmasına önem verir.
Gaspıralı, Tercüman'daki "Bizim Hal ve Maişet" adlı makalesinde yeni fikirlerle eski fikirleri, şu alâka çekici cümlelerle anlatır:
"... Umumiyet ve ekseriyet üzere görenek esiri muhafazakâr (konservatör) olan ahâliden terakki ve ıslahat muhibleri (liberaller) ayrılıp, eşya ve ahvâle bakış ve dünyadan istek ve matlab cihetlerinde birbirlerinden tefrik oldular."
"Bunlardan terakki ve ıslahat isteyenlere "yeni fikirli" istemeyenlere "eski fikirli" namı verip bahsedeceğiz"(4).
İsmail Gaspıralı, eskiden toy, bayram, ziyafet ve meclislerde, havadan sudan bahsedilir, masal ve rüyalar anlatılırken, şimdi maariften, mektepten bahsedildiğini anlatır. "Yeni fikirlilerin matlabı millî mekteblerde tedrisi ıslah, talebe ahvâlini nizamlamak, Rus dilini ve fünûn ve bilük tahsil etmek edebî ve yeni tertip risaleler ve fen kitapları okumak, cem'iyet-i hayriyeler ve umumi kütüb ve kıraathaneler tesis etmek gibi işlerden ibârettir. . . Eski ve güzel âdetlere ve hallere rağbet ederler, lâkin her gördüklerini, her işittiklerini mîzân-ı akla çekip ibret ve tenkîdâta hevestirler, Eski fikirlilerin matlab ve efkârı pek sâdedir. 'Duralım, ileri gitmeyelim'den ibarettir. Gün gelir, gün gider bunlar berkarar kalmalı. Kuşlar yazın gelir, kışın gider-Bunlar taş gibi hareketsiz durmalı. . . başlarında bulunan kalpak kıyamettir, giydikleri rubanın endâmı-ilme hürriyettir; gömleklerinde olan kir ve ter güya eser-i keramettir, her ne işe göz atsalar âhır-ı nedâmettir"(5).
2- Batının ilerlemesinde maarifin birinci derecede rolü olduğuna inanan Gaspıralı kalkınmanın hangi sıra ile gerçekleşeceğini gayet iyi tesbit etmiştir: "Terakki meselesi maârifin terakkisine, maârifin terakkisi de ulemâ ilerlemesine tevakkuf etmektedir" (6). Yani önce âlimler çoğalacak, ilerleyecek; onlar maârifi ilerletecekler ve maârif bütün memleketi kalkındıracak. Bugün de geçerli olan bu düstur, İsmail Gaspıralı'nın başlıca gayesi hâline gelmiş ve ömrünün uzun senelerini o, bu işe vakfetmiştir.
Gaspıralı, eski öğretim usûlüne karşı, usûl-i savtiye adını verdiği ve okuma yazmayı çok çabuk öğreten yeni bir metot geliştirmiş, bu metodu önce hocalara öğretmiş, usûl-i cedid mektepleri denilen yeni okullar açmış ve açtırmıştır. 1884'te Bahçesaray'ın Kaytmaz Ağa mahallesinde Gaspıralı'-nın bizzat açtığı "birinci mekteb-i cedid" Rusya Türkleri arasında hızla yayılmış, 1914'te yani 30 yıl sonra sayıları 5000'e ulaşmıştır(7).
İstanbul'da çıkan Türk Yurdu dergisine 1911'de yazdığı "Türk Yurducularına" adlı uzunca makalesinde Gaspıralı "Usûl-i Cedid nasıl başlatıp yaydığını tatlı bir üslûpla anlatır(8).
3- 13. asırdan önce bütün Türklerin edebî dilleri tek ve müşterek idi. Çeşitli Türk boylarının ayrı ayrı ağız ve şiveleri vardı; fakat bunu sadece konuşmada kullanırlardı; yazıda kullandıkları edebî dil ortaktı. Bilge Kağan, Köl Tigin, Tonyukuk âbideleri; Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Irk Bitig gibi Uygur devri eserleri; Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayık gibi Karahanlı eserleri bu müşterek edebî dille yazılmıştı. 11. asırda Kaşgarlı Mahmud bu edebî dile "Hâkaniye" adını vermişti.
11. asırdan itibaren Oğuz Türklerinin Azerbaycan ve Anadolu'ya gelmesiyle ortaya çıkan coğrafî, siyasî, kültürel ve. lengüistik durum; Oğuz ağzının yeni bir yazı dili hâline gelmesine sebep oldu. Böylece 13. asırdan 19. asrın sonlarına kadar Türkler, iki edebî dil kullandılar. Bunlardan birincisi; Türkistan, Harezm, Kuzey-Kafkasya ve İdil-Ural'da, hattâ birkaç asır Mısırda kullanılan ve Hâkaniye Türkçesinin devamı olan Kuzey-doğu Türkçesi idi. Araştırıcılar buna "Müşterek Orta Asya Türkçesi", "Çağatayca" gibi isimler de verirler. İkinci edebî dil; Azerbaycan, Anadolu, Kuzey Irak ve Suriye ile Balkanlarda, hattâ birkaç asır Kuzey Afrika'da kullanılan Batı Türkçesidir. Buna "Osmanlıca" da denmiştir. Ancak Türklerin kendileri, Kuzeyde olsun, Doğuda veya Batıda olsun kullandıkları dile "Türk dili" veya "Türkî" diyorlardı. Azeri Türkçesi Osmanlı'dan pek farklı olmadığı için onu ayrı bir edebî dil saymıyoruz. Fuzulî, hem Azerbaycanlıların, hem de Osmanlıların şâiri idi. Kırım Türkleri de 1475'-ten sonra Osmanlı edebî dilini kullandılar Gazi Giray Han gibi, Âşık Ömer gibi divan ve halk şairleri yetiştirdiler.
19. asırda Türk dilinin ortaklığını Zeki Velidi Togan şu satırlarla anlatır:
"19. asrın ortalarına kadar Türkistanın her tarafında Batı ve Doğu Türkistan'da Kazak ve Kazan ülkelerinin hepsinde umumî Çağatay dili kullanılıyordu. 19'uncu asırda Kaşgarda Khocalar'ın ve Yakub Beğin târihine ait yazılan eserlerle, Khıyvada (Hîve'de) Munis ve Âgehî gibi müelliflerin ve Kazakistanda Anılay ve Bükey Ordasında Cihangir Hanın yazılarında kullanılan dil aynı dildir" (9).
19. asrın ikinci yarısında Rusların Türkistan'ı almasından sonra Türk edebî dilinde dalgalanmalar başladı.
Rusya'daki Türkleri Ruslaştırmak ve hristiyanlaştırmak için büyük gayret sarfeden ve İsmail Gaspıralı gibi aydınları bu yolda büyük engel kabul eden Nikolay İlminskiy, 25 Mayıs 1876'da "çeşitli işaretlerle hareketlenmiş Rus alfabesinin müslüman Türklerin kullandığı ayrı lehçelere uygulanmasını teklif etti. Bununla da yetinmeyen İlminskiy, müşterek bir Türk-Tatar dili yerine, her bir boy için boy şivesinin ana dil olarak kabul ettirilmesini" ileri sürdü"(10). İlminskiy, Tatar ve Kazak aydınlarına tesir ederek onlara da kendi boy dillerinde gramerler, alfabeler ve eserler yazdırttı"(l1). Bir yandan da Türkistan'da Mikola Ostroumov "Türkistan Vilâyetinin Gazeti"ni çıkarıyor ve 1883'ten 1917'ye kadar bu gazetede şehir ağzına dayanan Özbekçeyi yazı dili hâline getirmeye çalışıyordu(12).
İşte Gaspıralı'nın çıkışı da tam bu yıllara rastlar. Daha ilk çıkardığı Tonguç gazetesinde "Türk-Tatarların lisanda birliği meselesini ortaya atar ve fiilen her tarafta anlaşılabilecek bir Türk dili ile yazar"(l3). bu gazetenin mukaddimesinde şöyle der: "Milletimizin eseri olan lisanımız edebiyatça işlenmemiş ise de eğitime ve kaidelere gelecek lisandır. Gayet nâzik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki eğer lisânımız usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok dereceler parlak ve kullanışlı olur"(l4).
İkinci olarak çıkardığı Şafak'ta "malum bir türkünün Kazan'da ve Kırım'da nasıl söylendiğini yazar ve bu iki lehçenin yakınlığını müşahhas misâllerle gösterir"(l5).
İsmail Gaspıralı ömrü boyunca Osmanlı Türkçesini bütün Türklerin umumî edebî dili hâline getirmeye çalıştı. Fakat onun istediği yabancı unsur ve kaidelerle dolu bir Osmanlıca değil, halk tarafından anlaşılmayan yabancı unsurlardan temizlenmiş sade bir Osmanlı Türkçesi idi. Kendisi de ömrü boyunca Tercüman'da ve bütün eserlerinde böyle sade bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Büyük Türk şairi Mehmet Emin Yurdakul'un Türkçe Şiirler kitabına teşekkür için şairimize yazdığı mektupta şöyle der:
"... Âsâr-ı edebiyye ve şi'riyye arasına böyle meslekli bir eser aralaştırmak Türk âlemine büyük bir hizmettir ki denmen tebrik ediyorum. Türk âlemine dediğim mübalâğa zannolunmasın; mübalâğayı ne severini ve ne ederim; doğrusudur, çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp, lezzetlenip okuyacakları gibi, Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzulî ve Nâbî nail olamadılar. Kırk elli milyonluk ve otuz asırlık bu âleme iptida bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki size şerefti, bize saadettir. . . Tebrik ediyorum... Tercüman'ın da çabaladığı bu yolda hizmettir. Sade ve kaba lisandır ki, Dersaadetin hamal ve kayıkçılarına,' Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine gazeteyi tanıtmışın; Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi. Tebriz'de ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeğe meyil doğurmuştur"(l6).
Gaspıralı İsmail Bey, yukarıdaki satırlarda müdafaa ettiği ve yazılarında bizzat tatbik ettiği müşterek Türk edebî dili gayesini, nihayet 1905 senesinde bir şair haline getirmiş ve meşhur "dilde, fikirde, işte birlik" şiarını "Tercüman" adının başına ilâve etmiştir"(l7).
Gaspıralı'nın dilde birlik gayesini İlminskiy de fark etmiş ve savcı Pobedobçev'e yazdığı mektuplarda Gaspıralı İsmail Bey'in "kendi yayın organlarıyla Osmanlıcayı Türk soyundan gelen bütün müslümanların ortak dili yapmak" istediğini ifade etmiştir(18). "Duyduğuma göre" diyor İlminskiy, "Kazan'da Türkçe gazetelerin ve ayrıca ders kitaplarının sayısı her geçen yıl artmaktadır. Kitapların muhteviyatı Avrupaî, dili Osmanlıcadır"(19).
Gaspıralı'nın başlattığı ve İlminskiy'nin de kendisine göre tehlikeli bir gidiş olarak müşahede ettiği bu proses, Kazan'da olduğu gibi Azerbaycan'da da tesirini gösteriyordu. 20. asrın başlarında Azerbaycan edebî dilinin alacağı şekil hakkında epeyi tartışmalar olmuş; Osmanlı Türk edebî dilini kullananlarla, Azerbaycan'da diyalektik hususiyetlere dayanan yeni bir edebî dil yaratmak isteyenler şiddetli münakaşalara tutuşmuşlardı. Daha 1876'da Azerbaycan'da Hasan Bey Zerdabî, Ekinci gazetesinde (sayı: 14) "Türkçenin umumileştirilmesi teklifinde bulunmuştur" (20). Osmanlı Türk edebî dilini müdafaa edenler 1900'lü yıllarda Hüseyinzade Ali Bey'in "Füyuzat" mecmuasında, 1910'lu yıllarda, "Şelâle" ve "Dinrilik" dergilerinde toplanmışlardı(21). 1920'li yıllarda Türkiye edebî dili Azerbaycan'da artık öğretim dili olmuştu Bu durumun 1930'lu yılların ortalarına kadar devam ettiğini Azerbaycan'lı dilci Tevfik Hacıyev, ders ve gramer kitaplarından, resmî yazılardan, edebî ve ilmî eserlerden Örnekler vererek anlatır(22).
Hüseyin Cavid, Mehmed Hadi gibi büyük şairler tamamen Osmanlı Türkçesini kullanıyorlardı, İsmail Gaspıralı'nın gayesi, 1920'li yıllarda Azerbaycan'da tamamen muvaffak olmuştur.
Ancak 1920'lerden sonra durum tekrar değişti. Yeni idareciler İlminskiy'nin sistemini benimsediler ve her boyun şivesine dayalı yeni edebî diller yarattılar. Şayet Türkler kendi kararlarını kendileri verebilseydiler Gaspıralı İsmail Bey'in başlattığı ve büyük mesafe kateden proses devam edecek ve bugün belki de müşterek bir edebî dile kavuşmuş olacaktık. Yeni sistem her boyun edebî dilini birbirinden ayırıp yerli diyalektlere bağladığı gibi, 1929 yılında Kırım'da da, İsmail Gaspıralı'nın kullandığı dil yerine, Orta Yolaklı şiveyi esas kabul eden edebî dilin kullanılmasını kararlaştırmıştır(23).
Türk dünyası şimdi Perestroyka siyaseti ile yeni bir proses içine girmiştir. Muhtemeldir ki Türk aydınları, kullandıkları edebî diller üzerinde yeniden düşüneceklerdir. Bu yeni durumda ve doğumunun 140. senesinde İsmail Gaspıralı'yı ve onun fikirlerini hatırlamamak mümkün değildir. Son olarak "Usûl-i Cedid"de edebî dil meselesine temas ederek konuyu bağlamak istiyorum.
İsmail Gaspıralı'nın "tavsiye ettiği programa nazaran Usûl-i Cedid yani Avrupa tarzında tanzim etmiş ibtidaî mekteplerde ilk öğretim mahallî lehçelerle olacaktı; fakat üç sene kadar ibtidaiyede okuyanlar, mutlaka edebî lisan dediği Umumî Türk dilini öğrenecekler ve dördüncü seneden itibaren öğretim artık umumî Türk diliyle yapılacaktı" (24).

Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN

* Akmescit, Mart 1991
(1) Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey. İstanbul, 1934, s. 166.(2) a.e., s. 158.
(3) Doç. Dr. Nâdir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı), Ankara. 1988, s. 33.
(4) "Bizim Hal ve Maişet". Tercüman, 16 April 1895, s. 29-31.
(5) a. mak.
(6) Kırımer, a.e., s, 168.
(7) Doç. Dr. Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey ,Ankara, 1987, s. 58.
(8) Türk Yurdu'nun 7. ve 8. sayılarında yer alan bu makale, M. Saray'ın eserinde de (s. 81-96) bulunmaktadır.
(9) Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981, s. 486.
(10) Mehmet Saray, a.e., s. 28.
(11) Z.V. Togan, a.e., s. 490.
(12) a.e., s. 501-503.
(13) Prof. Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Ankara, 1981 s. 64.
(14) a.e., s. 70-71.
(15) a.e., s. 71.
(16) Doç. Dr. Mehmet Saray, a.e., s. 75, 76.
(17) Prof Dr. Yusuf Akçura a.e., s. 73.
(18) Doç. Dr. Nâdir Devlet, a.e., s. 47.
(19) a.y.
(20) a.e., s. 56.
(21) T.İ Hacıyev, Azerbaycan Edebî Dili Tarihi-2 Bakı, 1987, s. 184-188.
(22) a.e., s. 275 vd. Ancak Hacıyev, bunun aleyhindedir.
(23) A.N. Garkavets, Ana Tili 7.
(24) Prof. Yusuf Akçura, a.e., s. 74.


İsmail Bey Gaspıralı

(İsmail Mirza Gasprinskiy)

Türkçülüğün 20. yüzyıldaki en büyük yol göstericilerinden İsmail Bey Gaspıralı'yı uçmağa varışının 94. yıldönümünde saygıyla anıyoruz.İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 21 (eski takvime göre, 8) Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu. Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı. Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu. Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü. Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu. Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı. Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı. Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi. 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti. Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı. 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü.Gaspıralı maarif reformunun ilk tecrübesini 1884'de Bahçesaray'ın Kaytaz Ağa mahallesinde açtığı mekteple yaptı. Bu uygulamanın başka bir örneği bulunmadığı için, mâlî kaynağın bulunması, muallimin yetiştirilmesi, programın hazırlanması, araç ve gereçlerin temini ve hattâ derste okutulacak malzemenin basılması hususlarını bizzat Gaspıralı üstlendi. Gaspıralı'nın, bu teşebbüsünü başlangıçta şüphe ile karşılayan Bahçesaray halkına yeni mektebi benimsetebilmek için ortaya attığı hedeflerinden birisi burada "kırk günde Türkçe okuma-yazma öğretileceği" idi. Nitekim, gerçekten de tam kırk gün sonra eşrafın ve halkın hazır bulunduğu açık bir imtihanla talebelerin bunu başardığını gösterdi. Gaspıralı, kurduğu mektebinde o zamana kadar kullanılan ve çok vakit aldığı gibi, başarı oranı da düşük olan eski usûlün yerine, önce harflerin ve bunların tekabül ettikleri seslerin tanıtıldığı, bilâhare de bunların gerçek kelimeler içinde okunuş ve yazılışlarının öğretildiği yeni bir metodu (usûl-ü savtiye) uygulamaktaydı. Gaspıralı'nın bu tecrübe mektebindeki yeniliği okuma-yazma öğretiminde daha kolay ve pratik bir usûlün uygulanmasından çok öteye gitmekteydi. Esasen, onun ilk denemesini yaptığı ve ileride çok daha geliştireceği maarif sistemi Rusya İmparatorluğu dahilindeki Müslüman mekteplerinde gerçek bir inkılâp mahiyetini taşıyordu. Bir bütün olarak ele alındığında onun Rusya Müslümanları arasında ortaya attığı bu yeni maarif sistemi, kendi kullandığı tabirle "Usûl-ü Cedîd" olarak çok yaygın bir kullanıma erişmiş ve bir devre damgasını vurmuştur. Bu tabirden yola çıkarak, 1917'ye kadarki dönemde Rusya İmparatorluğu'nda esasen bu sistemden yetişen millî-reformist kadrolar da genel olarak "Cedidçiler" olarak adlandırılacaklardır.Yayına başlamasını müteakip ilk yirmi yıl içinde Tercüman bütün Türk dünyası çapında o zamana (hattâ günümüze) kadar hiç bir diğer gazeteyle kıyaslanamayacak bir yaygınlık ve etkiye ulaştı. Gaspıralı'nın meşhur ifadesiyle, Tercüman, "Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi Tebriz'de ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur". Gerçekten de, sınırlı tirajına rağmen Tercüman Rusya İmparatorluğu'nun Müslümanlarla meskûn bütün bölgelerine yayıldığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda, İran'da, Balkan ülkelerinde ve hattâ Türkçe okuyabilenlerin bulunduğu diğer İslâm memleketlerinde münevverler tarafından daimî olarak okunmaktaydı.Bütün bu gelişmeler olurken, Gaspıralı temsil ettiği fikirlerin ve faaliyetlerin karşısındaki güçlerle devamlı olarak uğraşmak zorundaydı. Müslüman cemaat içinde mutaassıp çevreler Gaspıralı'yı halkı dinden uzaklaştırmaya ve kâfirleştirmeye çalışmakla suçlarken, cemaat dışında hükûmet çevrelerinde yer alan pek çok nüfuzlu Rus da onu Pan-İslâmizm ve Pan-Türkizm'i gerçekleştirip Rus İmparatorluğu'nu bölmeye teşebbüs etmekle itham ediyorlardı. "Ruslaştırma"nın resmî devlet politikası olarak kabul edildiği ve imparatorluk idaresinde bilhassa gayri-Ruslara karşı en reaksiyoner uygulamaların yapıldığı bu dönemde, Müslüman tebayı etnik ve dinî temellerde ortak bir edebî dil ve kimlik etrafında birleştirmeyi ve uyuyan dağınık cemaatlerden modernleşme yolunda yekpare bir millet teşkil etmeyi amaçlayan bu tür teşebbüslerin Rus hükûmetinde endişe doğurmaması da mümkün değildi. Kaldı ki, 1880'li ve 1890'lı yıllarda bizzat Rusya hükûmetinin de maddî ve manevî desteğiyle, Rusya Türkleri arasında mümkün olabildiği kadar farklı edebî diller ve kimlikler ortaya çıkarıp, bunlar arasında da eğitim yoluyla tedricen Hristiyanlığın benimsetilmesi yönünde tasavvur ve uygulamalar (İlminskiy ve Ostroumov'un projeleri) mevcutken, Gaspıralı'nın ideal edindiği hedeflerin hoş görülmesi beklenemezdi. Bunlara karşı Gaspıralı son derece ihtiyatlı bir tavır almaktaydı. Onun karakteristik özelliklerinden birisi de gerek yazılarında kullandığı ifadelerin, gerekse icraat tarzının fevkalâde titizlikle seçilmiş olmasıdır.Gaspıralı'nın maarif anlayışında çok önemli bir yer tutan rüşdiyeler tamamen millî ruhta bir programa sahipti. Fen ve din bilgilerinin yanısıra, İslâm, Türk, Osmanlı ve Kırım tarihleri de rüşdiyelerin müfredatında yer alıyordu. Muallimler ise Türkiye'den davet edilmekteydi (bunlar çoğunlukla önceki asırda Türkiye'ye göç etmiş Kırım Tatar muhacir ailelerinin çocuklarıydı). Kırım Tatarları arasında hiç şüphesiz bir millî eğitim inkılâbı mahiyetini haiz olan rüşdiyeler, özellikle Türkiye'den muallim getirtilmesinden ciddî endişe duyan Rusya hükûmet çevrelerinde tepkiler doğurmakta gecikmedi. Hükûmetten başka grupların saf dinî mahiyette olmayan okullar açmaya yetkisi olmadığı gerekçesiyle (ibtidâî mektepler ise teoride dinî Müslüman okulları olarak sayılmaktaydı) rüşdiyelerin kapatılması emredildi. 1910 yılına kadar başta Gaspıralı olmak üzere Kırım'daki bütün aydın Kırım Tatarları söz konusu emrin iptali için direndilerse de, bu tarihten itibaren yarımadadaki rüşdiyelerin tamamına kilit vuruldu.İsmail Bey Gaspıralı 24 Eylül 1914'de Bahçesaray'da öldü. Cenazesi Rusya İmparatorluğu'nun her tarafından gelen 6,000'i aşkın insanın katıldığı büyük bir törenle Bahçesaray'ın Salaçık mevkiinde Kırım Hanlığı'nın kurucusu Hacı Geray Han'ın türbesi yakınlarında toprağa verildi. Ölümü bütün Türk dünyasında büyük üzüntü doğurdu ve gerek Rusya'da, gerekse Türkiye'de basın aylarca onun hizmetlerini hayranlıkla anlatan yazılar yayınladı. Başyazarlığını Hasan Sabri Ayvazov'a vasiyet ettiği Tercüman ise Gaspıralı'nın ölümünden beş yıl sonrasına kadar yayınlamayı sürdürdü. Gaspıralı'nın mezarı uzun süre Kırım Tatarları tarafından saygı ile ziyaret edildiyse de, 1944'de Kırım Tatarlarının topyekûn vatanlarından sürülmelerini müteakip, sayısız diğer eser ve abide gibi tamamen ortadan kaldırıldı. 1990'da Kırım'a dönen Kırım Tatarları tarafından Gaspıralı'nın tahminî mezar yeri yeniden çevrelenerek buraya bir anıt dikildi.Gaspıralı Rusya İmparatorluğu'ndaki Türklerin ve özellikle kendi vatandaşları olan Kırım Tatarlarının kültürel ve entellektüel hayatlarına hiç bir diğer kişiyle mukayese edilemeyecek ölçüde kuvvetle damgasını vurmuştur. Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Türk ve/veya Müslüman halkların tarihinde pek çok "ilk"lerin uygulayıcısı olan Gaspıralı'dan öncesi ve sonrası arasında çok büyük fark vardır. Onu Rusya İmparatorluğu'ndaki Türk/Müslüman millî uyanış hareketinin bir numaralı öncüsü ve tartışmasız en büyük ismi olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Gaspıralı'nın içlerinde modern Türkiye'nin kurucularının da yer aldığı son dönem Osmanlı aydınları üzerindeki etkileri de büyük ve kalıcı olmuştur. Onun ünlü sloganı "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" bugün dahi Türk dünyası içindeki ilişkilerin temel yapısı için yol gösterici düstur olarak her vesileyle tekrar edilmektedir.
İsmail Gaspıralı'nın Kafkasya Seyahatleri

Türk dünyasının fikrî uyanışına önderlik eden İsmail Gaspıralı (1851-1914), fırsat ve imkân buldukça Türk-İslâm coğrafyasını hem yakından tanıyabilmek hem de düşüncelerini daha geniş bir çevreye yayabilmek için sık sık seyahatlere çıkmıştır. Bu yazıda onun Kafkasya’daki bir seyahatinden söz edeceğiz. İsmail Bey’in öğrenciliğinde ve gençlik yıllarında Rusya ve Avrupa’nın birçok yerlerinde bulunduğunu, 1874’te Fransa’dan dönerken kuzeydoğu Afrika ve Mısır yoluyla İstanbul’a geldiğini biliyoruz. 1875’te Kırım’a döndükten sonra da seyahatlerine devam eder. Bu bağlamda birkaç kere Kafkasya ve Azerbaycan’ı da ziyaret etmiştir. Kafkasya seyahatlerine geçmeden önce onun düşünce ve faaliyetlerinden kısaca söz etmek yararlı olacaktır. İsmail Gaspıralı, Rusya Müslümanları-Türkleri arasında modernleşme hareketlerini hızlandırmak, bu işi belli bir plan ve çerçeve dahilinde yapmak gerektiğine inanıyordu. Bu işte gazete ve eğitimin hayatî derecede önemli olduğunu çok iyi anlamıştı. Bir matbaa kurmak (1881) ve gazete çıkartmakla işe başladı (1883). Bir yıl geçmeden eğitim meselesine de el attı “Savtî metotla” (fonetik usulle) okuma-yazma öğretilen usul-i cedit mektebi açtı (1884), ilk ders kitaplarını yazmaya başladı. Rus hükûmetinden gazete çıkarmak için bir müddet izin alamaz; ama, her biri birkaç sayfadan ibaret ve birbirinin devamı olan küçük “süreli yayınlar” çıkarmayı başarır: Tonguç (1881. Bunun 1. baskısı Bahçesaray’da, 2. baskısı Tiflis’te yapılmıştır.) ve Şafak’ı (Tiflis, Ağustos, 1882) çıkartarak basın ve yayın faaliyetini başlatır. Tonguç ve Şafak’ı Tiflis’te Azerbaycan basın hayatının öncülerinden olan, Ziya, Ziya-yı Kafkasiye, Keşkül gibi süreli yayınları neşreden Sait ve Celal Ünsizadelerin matbaasında bastırmıştır. İsmail Bey’in daha Bahçesaray Belediye Reisi iken 1878’de Ziya gazetesinde bir mektubunun yayımlandığını, dolayısıyla Ünsizade kardeşlerle ilişkisinin olduğunu biliyoruz. Acaba 1881’de Tonguç’u ve 1882’de Şafak’ı bastırırken Tiflis’e gitmiş miydi? Bunu bilemiyoruz. Belki de sadece bu “süreli” yayınların metnini Ünsizade kardeşlere gönderdi, onlar da Tiflis Rus sansüründen izin alarak bunları bastılar. Gerçek her ne olursa olsun, onun Ünsizade kardeşlerle en azından 1878’den itibaren irtibatta olduğu ve onlarla alakasını daha sonra da sürdürdüğü anlaşılıyor. Nitekim 1883’te Tercüman’ı çıkarmaya başladıktan sonra, Ünsizade kardeşlerin süreli yayınları ve faaliyetleri hakkında her fırsat buldukça gazetesinde malûmât verir, onların yaptığı işi takdirle anar. Diğer yandan Kafkasya’da (Azerbaycan başta olmak üzere) bir hayli okuyucusu olduğu, bu bölgeden Tercüman’a gönderilen mektuplardan anlaşılmaktadır. İsmail Bey 1883’ten sonra gazetesini tanıtıp ona abone temin etmek, aynı zamanda değişik yerlerdeki Türk topluluklarını daha yakından tanımak amacıyla seyahatlere çıkar, demiştik. Bildiğimiz kadarıyla Kafkasya’ya, Tiflis’e ilk seyahati 11 Ağustos 1886’dadır. Bu seyahatinde şehrin ileri gelenlerini bir yere davet edip onlarla görüşmüştür. Rus yönetimi izin versin ve boş yere kuşkulanmasın diye bu toplantıyı “edebiyat meclisi” olarak adlandırır. Din âlimlerinden, devlet memurlarından, tüccarlardan ve soylulardan 50-60 kişinin katıldığı bu toplantıda çeşitli sosyal ve kültürel meseleler üzerinde konuşulduğunu kendisi Tercüman gazetesinde yayımladığı Meclis-i Edebî adlı yazısında açıklar. Tiflis’te Rusça yayımlanan Kavkaz gazetesi de bu toplantı hakkında bir haber yayımlamıştır. İsmail Bey, bu haber yazısını da çevirerek Tercüman’da Meclis-i Edebî yazısının sonuna ekler. Gaspıralı’nın aynı yıl içinde, 8 Kasım 1886’da tekrar Kafkasya’ya gittiği dikkatimizi çekiyor. Bu sefer Tiflis’in dışındaki şehirleri de ziyaret etme imkânı bulur. Bu seyahatinde gördüğü Batum, Ahıska, Ahalkelek, Tiflis, Şeki, Şamahı (Şirvan)’dan kısaca söz eder. Kısaca söz eder, ama bu şehirlerin genel durumlarını ana hatlarıyla, gerçekçi bir şekilde tasvir ettiğini görürüz. Kafkasya’da Ermeni ve Gürcülerin, Müslümanlardan daha ileri, gelişmiş bir hayata sahip olmalarını ibretle göz önüne serer. Müslümanların eğitime yeteri kadar önem vermemelerini, geri kalmalarının başlıca sebebi olarak görür. Müslümanların-Türklerin içinde bulunduğu kötü durumdan Rus siyasetinin büyük ölçüde payı olduğunu elbette bilir, ama bunu Rus sansürü yüzünden söyleyemez. Şehirlerin perişan olmasının sebepleri arasında Türkiye’ye göç etmenin olduğunu da söylemesi dikkati çeker. O, birçok yazısında Kırım Türklerinin de Türkiye’ye göç etmelerini engellemeye çalışmıştır. Rusların belli bir siyaset dahilinde yaptıkları tehcirleri (sürgünleri) bir yana bırakırsak, hangi sebeplerle olursa olsun, Türkiye’ye göç etmenin Kafkasya ve Kırım’ın önemli bölgelerini Türk yurdu olmadan çıkardığı, günümüzde artık inkâr olunamaz bir gerçektir. Küçük bir müşahede de olsa, Türk dünyasının ileri gelen önderlerinden biri olan İsmail Gaspıralı’nın Kafkasya seyahatinin bir kısmını; dergimizin okuyucularına ulaştırmanın yararlı olacağını düşündük. Onu da belirtelim ki Ahıska ve Ahalkelekle ilgili “Zakafkazya Boyu” adlı yazısı, Tercüman gazetesinde “Seyyah” imzasıyla neşretmiştir. İsmail Bey’in seyahatlerinin tamamı, hazırlamış olduğumuz “İsmail Gaspıralı; Seçilmiş Eserleri: 3, Dil-Edebiyat-Seyahat Yazıları” (İstanbul, Ötüken Yayınevi, 2008) adlı kitapta toplanmış bulunmaktadır. Konuya ilgi duyanlar bu eserde daha geniş bilgi bulabilirler. Metinde, günümüzde bilinmesi zor olan bazı kelime ve ifadeler, tarafımızdan parantez içinde açıklanmıştır. Buradaki metinler sözü edilen kitaptan alınmıştır.
Meclis-i Edebîye1
Tiflis İslâmlarını münasip bir mahalle davet edip cümlesi ile mülâkat (hepsiyle görüşme) şerefine nail olmak için İyul 30’da2 (11 Ağustos’ta) Kafkasya'nın Zıraat Cemiyeti hanesinde “Meclis-i Edebiye” içtima’ı (edebî bir toplantı) tertip etmiş idik. İşbu mecliste maarif, matbuât3 ve bazı mesail-i maişiye (yaşamla ilgili meseleler) hakkında ifadât ve mülâhaza (konuşmalar, fikir alış verişi) olunduğu sırada ulemadan (din âlimlerinden), zadegândan (soylulardan), tüccardan ve devlet memurlarından elli-altmış kadar maarifperverân ve kadirdân (bilginin ve eğitimin değerini bilen kimseler) bulunup biz âcizlerini mesrur buyurmuşlar (sevindirmişler) idi. İşbu meclisten ötürü Tiflis'te Rusça4 neşrolunan Kafkaz nam umumî gazetesinde görüldüğü madde (görülen yazı) budur: “İyul 30’da Çarşanba günü Tiflis'te mukim (oturan) İslâmları cem'edip Tercüman nam gazetenin muharriri (yazarı) İsmail Beyefendi meclis-i edebiye tertip ettiler. Ayrıca bir bölmeye toplaşıp bu meclise bazı İslâm hanımları dahi icabet buyurmuşlar idi. Hürmetlü mübaşir (işe öncülük eden; İsmail Bey) müzakereyi açmazdan evvel meclise hitaben irat ettiği nutkunda (yaptığı konuşmasında) bir dereceye kadar itikadât-ı siyasiyesini beyan buyurdu (siyasî inançlarını, düşüncelerini açıkladı). Rusya devletine on milyondan ziyade ehl-i İslâm tâbi olduğu sırada (olduğundan dolayı) diyanet ve kavmiyet nazarından (din ve soy bakımından) has Ruslardan son, Rusya ülkesinde birinci millet olduklarını ifade ederek Rusların İslâm hakkında hüsn-i muamelesi (iyi davranışı) ve adaletleri ve buna karşılık İslâmların dahi yurt ve devlete sadakatlerinden bahsetti. Nutkundan son ilân olunmuş maddeler üzere hayli ifadât ve mülahazât buyurup ahirine (konuşup düşüncelerini açıklayıp sonuna) geldikte erbab-ı meclis (toplantıdakiler) bir can gibi el urup (alkışlayıp) ibraz-ı aferin ettikten son (beğendiklerini bildirdikten sonra) birer birer İsmail Bey'in yanına barıp ifa-yı teşekkürde bulundular. Biz dahi öz tarafımızdan ilân ederiz ki İsmail Bey'in bu gibi meclisler ve gazetesi ile maarife hizmeti, şayan-ı tahsin ve aferindir (takdire değerdir)”. (Kafkaz, Numara: 202)
Kafkasya’da Üç Beş Gün5
Sabah erte uyandığım vakit parahod (vapur) Batum iskelesinde idi. Şehre bir göz attığım ile az vakitte acele acele bina olunmuş ve tazermiş (yenilenmiş) bir mahal olduğunu gördüm. Güzel ve mükemmel binalar sırasında osalca (fena, kötü) olanları göze çarpıyor idi. Yalıdan (sahilden) içeri Osmanlı zamanından kalmış ağaç yurtlar (evler) ve eskilikten kapkara olmuş iki ağaç minare görünüyor idi. Cedit (yeni) ve boyalanmış ağarmış binalar arasında kapkara ağaç minareler yaraşmıyor. Bunları tazretmeye (yenilemeye), güzel bir şekle koymaya, Batum İslâmları çare bulmuyorlar mı suali hatırıma geldi? Parahodtan şehre tüştüm (vapurdan şehre indim), her şeyden ziyade bu taraf İslâmlarını görüp aşina olmaya murat ettiğimden (tanışmak istediğimden) hemen vakit kaçırmayıp pazarlara, kahvelere çıktım. Batum ve civarının İslâmları, Gürcü kavmindendir. Bunlara “Türk” dedikleri İslâm olduklarına işarettir. Erleri (erkekleri) Türkçe bilseler de kadın taifesinin ekserisi (kadınların çoğu) Gürcü dilinden maada (başka) dil bilmiyor. Zakafkasya İdare-i Ruhanîsi’nden (Kafkas Ötesi Din İşleri Dairesi’nden) ayrıca olarak Batum’un öz müftüsü ve kadısı bardır. Şehrin cami-i şerifleri lâzımınca evkafa malik oldukları sırada (şehir camilerinin yeterince evkaf geliri olmasına rağmen) perişan hâllerine bir kat daha teessüf olunuyor. Topladığımız malûmâta göre camilerin irâdı (geliri), huddamdan maada (cami hizmetlilerinden başka) tamire dahi yeter derecede imiş. Son muharebeden (savaştan) beri bu şehir, Rusya hükmüne geçmesi ile iş küş (güç) ve ticaret birden bire terakki edip (ilerleyip) toprakların kıymeti bire yüz artıp, hesapsız davaların zuhuruna sebep olmuş. Şöyle ki mahallin hükûmeti, bu davaların hüsn-i tarik ile (güzel bir şekilde) [hâlledilmesi için]6 yeterince çok zahmet çekeceği şüphesizdir. Nizamen yasalmış (kanuna uygun olarak düzenlenmiş) Osmanlı senetleri ve kâğıtlarını Rusya hükûmeti kabul ettiği sırada (için) mülk davaları az olmak lâzım geldiği hâlde çok olmuş. Hâlbuki zaman-ı Osmanî’de hayli mülkdarlar (Osmanlı yönetimi zamanında birçok mülk sahipleri) hazine bergisinden (vergisinden) mal kaçırıp toprakları olduğundan eksik ve kem (az) göstermişler. Şehir Rusya’ya geçip toprağın arşını bir altın (kızıl) olmasıyla mülkdarlar, cümle (bütün) toprağa sahiplik etmek murat edince, kâğıtlarında ve senetlerinde gösterildiğinden maadası (başkası) şehir idaresine alınacağı anlaşılıp davalara yol bermiş (dava açılmasına sebep olmuş). Osmanlı hazinesinden bir kuruş yani beş kapik kaçırıp şimdi bir kuruşa bir altın kaybeden hayli adamlar ile görüştüm. Rusya nizamına, Rus diline aşina olan İslâm, hiç yok derecede olduğundan davasını ne gûne köçürmek gerek olduğunu (davasını ne şekilde açmak, yürütmek gerektiğini) bilmeyip hakkını kaybedenler de çok olduğu işaret olunmalıdır.
Zakafkazya Boyu7
Geçen avgustta Kafkaz’ın bazı yerlerini gezdim. Gördüğüm yerlerin ahvalini muhtasaran (durumunu kısaca) yazıyorum:

Batum:edemedikleri hâlde, hamallıkta, kahvecilikte, gayretsizlikte özge milletleri geçmişlerdir. Asar-ı atika ve nefiseden (güzel ve eski eserlerden) sayılan camilerinin etrafı açık; Kafkaz’ın oñ (sağ) gözü Bakû ise, sol gözü olan bu şehir, hayli terakki etmiş (gelişmiş); lâkin, asıl yerlileri olan Müslümanlar marifet, zanaat terakkisinden hemen hiç istifade mektep-medreseden ise nişane yok. Hükûmet mektepleri Ermeni, Gürcü evlâdıyla dolu, Müslümanlardan ise nispeten yok demek. Batum için, Rusça-Müslümanca okutmak üzere bir usul-i cedit mektebinin vücudu vacip hükmündedir (bir yeni usul okulun olması mutlaka gereklidir). Rus-Gürcü mektebinden olsun, ibret alınmalıdır. Müslümanların arasında garip bir âdet var: icabât ve ülfet-i kadimeye (ihtiyaçlar ve eski alışkanlıklara) aldanarak Müslümanca ve Rusçadan artık hâlâ Gürcü diline ehemmiyet verilir; hizmet edilir. Özge dil bilmek ayıp değil, vaciptir; lâkin, özge dilin bilip de öz dilin, edebiyatını bilmemek ayıp, hem büyük ayıptır. Civar Batum köylerinin meşelerinde, yaylalarında, bahçelerinde hayli istifade kapıları var: Ne fayda ki ahali, ilimsizlikten, bîhaber (habersiz) ve açtır. Ahıska ve Ahalkelek: Eski, küçük mektepler çok. Digoz8 köyünde, cenap Şakir Bey’in ve cemaatin himmet ve muaveneti ile (yardımıyla) meydana gelmiş büyük bir medrese mevcut. Usul-i tedris (öğretim usulü), edilen fedakârlığa9 mukabil değil. Ümit var ki zamanın, hâlin istediğine, icabına göz ederler (dikkat ederler) de medreselerin ıslahı, yeni mekteplerin küşadı (açılması) çok geriye bırakılmaz. Ahıska’da bir Cuma mescidi var. Dışarı büyük kapısı çamurla, mal tersiyle sıvanmış! Azgur köyünün mescitleri ise inanılsın, ahırdan daha harap. Yanı başlarındaki Yahudi, Gürcü kiliselerinin mükemmeliyetinden ibret alacak gözler kör olmuş. Bu şehirler büyüklerinin, medeniyet yolunda hiçbir eserleri yok. Ancak merhum Feyzullah Bey’in haremi Ziynet Hanım 15 bin ruble masrafla Harcem10 köyünde gayet güzel bir mescitle etrafında birer mektep, medrese bina ettirmiş ki tahsin, teşekkür11 etmek şayandır. Buralarda pek çok nüfus hicrete (göçe) hazırlanıyor. Yalnız burada değil. Aktaş, Kuba uyezdilerinde (kazalarında) de hayli hazırlananlar var. Çok avulları (köyleri) perişan eden hicret sebeplerini anlamak için muhacir (göçmen) olacakların ekseriyle görüştüm. En kuvvetli sebepler: Yersizlik, maişette darlık, harcın (verginin) çok görülmesidir. Bir sözle söylense; fukaralıktır. Arada, herçend (her ne kadar) bazı cahilâne, bîhaberane (cahilce, bilgisizce) sözler de varsa da inanılsın, bunlar hep birer bahanedir. Hicretin kuvvetli sebeplerinden biri de cehalettir. Kafkaz köyleri, umumiyetle cehalet deryasında yüzüyor. Müslümanlar hâlâ eski usul zanaat ve ticaretle maişet ediyorlar; hâlbuki komşuları, hemşehrîleri bulunan Yahudilerin, Ermenilerin, Gürcülerin nispeten gözleri açılmış. Usul-i cedidin hayrını, faydasını anlamışlar. Bunlar gafil vatandaşlarının ticaretini, zanaatını, medar-ı maişetlerini (geçim vasıtalarını) ellerine geçirdikten başka, yerlerini de yavaş yavaş zaptediyorlar. Müslümanlar, herçend işlerden (her ne kadar iş işten) geçip, açlık duyulduktan sonra akılları başlarına toplanıyorsa da artık hicretten kolay bir iş bulamıyorlar. Tiflis: Burada hayli ziyalı, malûmâtlı Müslümanlar vardır; sözlerine, tasavvurlarına bakılsa, insanın aldanacağı geliyor. Hâlbuki ortada ilimlerinin hiçbir amelleri (işleri), eserleri yok. Tiflis’e medrese-i ruhaniye (dinî öğretim yapan okul), cemiyet-i hayriye (hayır cemiyeti) binaları çoktan lâzımdır. Mevcut iki mektepten hakkıyla istifade edilmiyor. İşler, hizmetler hep dilde; en büyük marifet bu! Tiflis’in hâline teessüfle beraber, buradaki himmetli zevâttan (şahıslardan) ileride yine büyük işler beklenilir. Şeki: Ahalisi umumiyle çalışkan, maarife heveslidirler. Yeni usulde bir hayli ipek zavotları (fabrikaları), tezgâhları var. Ehl-i Tesennî (Sünnîler) ve Şiaların, birlikte usul-i cedit mekteplerini açtıkları12 ve ticarete olan rağbetlerini şayan-ı numune (örnek göstermeğe değer) gördüm. Barekallah (aferin), Şekililer! Cenab-ı Hak, istikbalde mutlak mükâfatınızı verecektir. Mevcut 4 usul-i cedit mektebinde hayli şakirt (öğrenci) var. Tahsil ve devamları pek güzel tedbir ile yoluna konulmuş, hem Rusça okuluyor (Rusça da okunuyor). Sebep olan erbab-ı hamiyetten Allah razı olsun. Mevcut 9-10 medresenin ancak 2-3’ü açıktır. Himmetli Şekililerden ümit edilir ki sahipsiz, muavenetsiz (yardımsız) kalmış medreselerin ıslâhına, tecdidine (yenilenmesine) çalışırlar. Vücutları (var olmaları) bir şehir için elzem (çok gerekli) olan zıraat, zanaat, inas13 (kız) mektepleriyle cemiyet-i hayriye tesisi de çok geriye bırakılmaz. Şirvan:14 Bu ulema ve şuara (âlimler ve şairler) ocağında, imdi agraz-ı şeytaniye (şeytanî niyetler), taassub-ı cahilâne (cahilce tutuculuk) dumanları tütüyor. Kafkaz’ın hiçbir yerinde görmediğim fena bir âdete, hamiyetsizliğe burada rast geldim: Cemaat, iki-üç partiya olmuş! Birinin bina ettiği yahut edeceği bina-yı marifeti, öbürü kökünden yıkmak istiyor. Hatta biri mescide giderse, diğeri kaçıyor! Hulâsa, bir hâl var ki ne Müslümanlığa yaraşır ne de insaniyete. Medeniyet eseri olarak 1 usul-i cedit mektepleri var. Usul-i tedris, tahsil pek güzel; lâkin, kadrini bilmeyip cemaatin elinde çocuk oyuncağı hükmünde kalmış. Bu şehrin yalnız mektebi değil, işleri, umumiyetle perişan ve şayan-ı teessüftür.
Seyyah.

*Prof. Dr. Yavuz AKPINAR İzmir-Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi [1]10 Agust 1886/26 Zilkade 1303, Sayı: 37. [2]Bu tarih Julian takvimine göredir. [3]Metinde مطبعت .
[4]Metinde yanlış olarak “Rumca”. [5]26 Oktyabr 1886 / 11 Sefer 1304, Sayı: 44, s. 2. [6]Cümlede bozukluk var, köşeli parantez içindeki kısım tarafımızdan eklendi. [7]23 Dekabr 1901/25 Ramazan 1319, Sayı: 47, s. 187-188. Bu yıla ait Tercüman sayılarına ilk sayıdan sonuncuya kadar zincirleme sayfa numarası verilmiştir. [8]Metinde ديغوز . (Editörün Notu: Burada Digoz olarak geçen yer Duğur’dur. Posof ilçe merkezinin adı Duğur, Rus haritalarında Digur olarak geçer. Cenap Şakir Bey dediği şahıs da, o zamanki Posof Beyi Şakir Beydir. Onun oğlu olan son Posof Beyi Ahmet, Millî Mücadelede Gürcü taraftarlığı gösterdiğinden Teşkilât-ı Mahsusa mensupları tarafından öldürülmüştür. Y. Zeyrek, Posof’un Çizgileri, s. 24, 115-118). [9]Metinde قدازکارلغه .
[10]Metinde “teşekküre”. [11] Metinde “açıldıkları”. [12] Metinde آناث .
[13]Şirvan, bölgenin genel adıdır. Gaspıralı bu bölgenin merkezi olan Şamahı’dan söz ediyor.

Prof.Dr. Yavuz AKPINAR